“Bir baba çocuğunun her halini düşünmezse, o çocuğu yabancılar düşünür ve baştan çıkarırlar..” (Sadi Şirazi)
Erkek gördü mü yüzünü çeviren, ağzını sıkıca kapatan annelerimizden, babasının yanında bikini giyen, erkek arkadaşıyla oturmaktan utanmayan kızların zamanına geldik..
Artık ne anneler, anneliğinin bilincinde, ne de babalar babalığının.. Küçük yaşta eğitmek için çaba harcanmayan çocuklara, büyüyünce güç yetirilemez..
“Gençlik bir kez yaşanır; özgürce yaşa” sloganı atılıyor televizyon ekranlarında. Genç olsakta olmasakta ister istemez beynimize kazılıyor. Aslında gençliğin bir kez yaşandığı da, tutsak olarak değil özgürce yaşanması gerektiği de doğru. Yanlış olan, her iki kavramın da yaşadığımız “modern” zamanlar nedeniyle içinin boşaltılmış olması. Evet, gençlik bir kere yaşanır ama boş yere yaşanmaz.
Gençlik, toplumun telkinleri yönünde “delidir ne yapsa yeridir” mantığıyla deli dolu, sorumsuzca geçirilecek, asabi ve her an patlamaya hazır bir ruh hali ile yaşanacak bir dönem değil, Allah’ın insana lütfu olan en güzel çağdır. Özgürlük ise toplumun var ettiği onlarca puta tutsaklıktan sıyrılarak yalnızca Allah’a kulluk etmektir.
Ahir zamanı yaşayan yaşlı dünyamızın, artık bekleyen değil, “beklenen Müslümanlar”a ihtiyacı vardır. Ve o beklenen Müslümanlar hiç şüphesiz, geleceğin inşa taşları olan, dinamizmin doruğundaki imanlı gençler olacaktır. Bir mezarlığa dönen umut dünyamızdaki, hiç ölmeyen ve ölmeyecek olan dipdiri umutlarımız, dünyanın beklediği bu dindar Müslüman gençlere bağlanmıştır.
Böylesine önem atfettiğimiz gençliğimiz, bugün göz göre göre elden gidiyor. Zira gençlik dönemi, dış etkilere çok açık bulunduğu, her şeyi tozpembe gördüğü, güvercin misali daha ziyade hislerinin, arzularının, gülüp oynamanın, hevasına göre hareket etmenin hâkim olduğu bir dönemdir. Bu zayıf dönemin çok iyi farkında olan iç ve dış düşmanlar, bütün hain yatırımlarını gençlik üzerine yapmaktadır. Bu yüzden, en büyük ihtimamı onlara göstermemiz gerekiyor.
Gelin şimdi hep beraber başkalarının düşündüğü(!) gençlerimizin hal-i pür melaline bir göz atalım; Haber bültenleri, özellikle son yıllarda okullarda artmakta olan şiddet olaylarını ekranlara getirmekte, gazeteler sayfalarına taşımaktadır. Kavgalar, yaralamalar ve adam öldürmeler artarak devam ediyor. Bunun yanında “ne var ki canım bunda” diyemeyeceğimiz ve pembe dizileri aratmayan aşk ilişkileri gençlerin ilk gündemini oluşturuyor.
Yapılan bir anket sonucuna göre: Gençlerin % 66’sı alkol kullandığını, % 26’sı uyuşturucu kullandığını, % 65’i bir kez denediğini, % 46’sı kendine zarar verdiğini, ifade etmektedir. Bu yüzdeler, gençlerin “bizi anlayın” çığlıklarının atıldığı rakamlardır. (Uluslar Arası Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, Haz.2006)
Ay İlahi!
İstirem bir of çekim; guşe-i ciğerden,
Bütün şehre salım velveleyi..
Gençliğin yüreğini dokuyacak ışıklara sahip olduğu halde, neden “suçlu çocuklar” üretmeye başladı bu toplum. Onların doğarken kir düşmemiş yüreklerine ne oldu? Nasıl çalındı, yağmalandı? Toplum ne veremedi?
Ya da ne verdi ki, böyle cam kırıkları üzerinde yürümeye başladılar. Elleri kirlendi, ayakları çamura battı. Yüreklerinde kara lekeler oluştu? “kaybolan bir gençlik” sorunu ortaya çıktı, neden?
Sanırım bu sorunun cevabını, “gençliği nerede kaybetmeye başladık?” sorusu ile daha kolay buluruz.
İtiraf edelim ki, tüm ilişkilerimizin temel taşını teşkil eden ahlak ve maneviyat, hayatımızın her sahasından silindiği için işte bu haldeyiz.
Ahlak ve maneviyatın silinmesinde medyanın rolünü görmezden gelemeyiz. Yazılı ve görsel medyada yasadışı yollarla servet sahibi olmuş kişiler, eşcinseller, hızlı ve çılgın olarak lanse edilse de gerçekte sapkın bir yaşam sürenler; cesur, çağdaş ve modern insanlar olarak tanıtılıyor ve gençlere örnek olarak sunuluyor.
Gazete ve televizyonlar evlilik dışı ilişkilere ve sorumsuzca yaşamaya gençleri özendiriyorlar. Toplumda cahil olan kesimler de bu kişileri kendilerine örnek alıp, giyimlerini, yaşam felsefelerini, konuşma tarzlarını taklit ediyorlar. Oysa özendikleri bu kişiler genellikle ruhsal çöküntü içindeki cahil kimseler. Ancak birçok genç aklını kullanmıyor ve bu gerçeği göremiyor.
Gençliği nereye sürüklediğinin farkında değilmiş gibi aynı medya, bir başka gün “gençlik nereye gidiyor?” şeklinde başlık atıyor, kendince gençlerin sorunlarına eğiliyor.
Oysa gençlere çocukluklarından başlayarak sevgi ve merhamet aşılanmalı. Hata yaptıklarında yumuşak sözle uyarılmalı, hataları sürekli yüzlerine vurulmamalı.
Kur’an’daki ahlakın yaşanması, sabrın uygulanması önemli. İnsan zayıf bir varlık.
Bir anda öfkelenir, küser, üzüntü ve korku duyar, tedirgin olur, vesveselenir, kuşkulanır. Bunlar ancak sabır ve akılla, dolayısıyla Allah’ın beğendiği ahlakla ortadan kaldırılabilir.
“Bir insanı akıl yönünden eğitip de ahlak yönünden ihmal ediyorsanız, toplumun başına bela hazırlıyorsunuz demektir.” Diyen Aristo ne doğru söylemiş, öyle değil mi? Yüreği ihmal eden yaklaşımlar.. İmanı görmezden gelen çareler.. Allah’a bağlılığı göz ardı eden yönelişler..“Allah’sız öte, dünyasız ahlak’’ üretmeye çalışan, seküler zihniyetler..
Ve netice;
KAYBOLAN BİR NESİL!
Genç odalarımız var, marka mobilyalarla süslü, kablosuz ağlarımız var dünyayı dört duvar içine getiren. Ama gençlerimiz mutlu değil. Yastıklar, çocuklarımızın nefeslerini değil, cemiyetin bir çıkmaz sokak olarak işaretlediği labirentleri, ergenlik yıllarının panzehri bulunamayan çaresizliklerini yutuyor.
Yüreğini kurtarmak gerekiyor gençlerin! Ama nasıl? Kir yüklenmiş yüreğe kalp doktoru, ölçüleri darmadağın olmuş bir dimağa beyin cerrahı şifa sunamıyor. İnsanoğlunun yürek ve beyin inşasında kullanacağı malzemeler ya Rahman’dan gelecek ya Şeytan’dan. Birincisi güzelliğin kaynağı iken, ikincisi çirkinliğin rehberidir. Hal böyleyken "bu gidiş nereye?" (Tekvir, 26. ayet) deyip, kolektif bir sorumluluk bilinci kuşanmanın vakti gelmedi mi dersiniz?
Bir Müslüman delikanlının cenazesi geçerken Celaleddin-i Rumi, "neden öldü?" diye sormuş, “intihar etti” demişler. "O mahallede hiç Müslüman yok muydu?" demiş, kızarak...
Sorumluyuz hem de çok. Yapmamız gerekirken, yapmadıklarımızdan, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden. Kendimizden, ailemizden, evimizden, mahallemizden, ülkemizden ve dünyamızdan sorumluyuz. Aile, okul, sokak, medya olarak hepimiz. Zira genç şahsiyetin oluşmasında bunlar çok önemli. Bunlar içinde en büyük duyarlılık ve sorumluluk sahibi olması gereken ise, aile. Yetiştireceğiniz her genç, geleceğe gönderilmiş bir mektuptur.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 18. ayet) buyuruyor Allah-u Teâlâ. Bu yüzden içini güzelliklerle doldurmalıyız. Zira gençlikteki sorunun adını koyacak olursak, bir manevi boşluktur yaşanan ve bu boşluk ancak maneviyatla doldurulabilir. O halde “Zamanımızın İstiklal savaşı, bu cephede açılacak savaştır.” Bu savaşın neticesi de inşallah umut gençliğinin önünü açacaktır.
Genç abilerim, ablalarım, kardeşlerim, artık sizleri barlarda göbek atarken, köprü altında tiner koklarken, köhne noktalarda bally çekerken ve statlarda holiganlık yaparken görmek istemiyor bu toplum. Ruh kökünüze bağlanmış, aslınıza rücu etmiş olarak camilerde ve ilim yolunda görmek istiyor. Cami saflarının arasında inci taneleri gibi serpilmiş Rabbinin huzurunda boyun bükerken, dinimiz, vatanımız ve milletimiz için ter dökerken görmek istiyor...
Harcanan dünya gençliğinin, ahirette ebedi gençliğe dönüşmesi için, umut dünyamızın Gülistan’a dönüşmesi için gelelim.. Saçlarımızda bahar yelleri, ellerimizde umut çiçekleriyle, küf kokan sokaklarımıza asr-ı saadet efiltileri getirelim.
Ebubekir’in imanını,
Ömer’in adaletini,
Ali’nin ilmini,
sman’ın hayâsını ve Hamza’nın cesaretini kuşanıp da gelelim..!
Selam ve Dua ile..